Güneşin Battığı Yere Yolculuk

GÜNEŞİN BATTIĞI YERE YOLCULUK


Lektos ve Tenedos…


Her şey bir akşamüzeri İzmir Kordonda kahvelerimizi yudumlarken batırdığımız güneşin eşlik ettiği bir sohbetle başladı. Aslen Bursalı olan ve buralara sıkça giden bir arkadaşımızın tavsiyesi ile koyulduk yollara…


Hedef  Türkiye’nin ……………………………………. hayır-hayır eksik oldu,
Sadece Türkiye’nin değil,  Asya’nın en batısı.. 
Güneşin bu yaşlı kıtayı en son terkettiği nokta.
Babakale.


Güzergahımız:

 


İlk etap İzmir, Ayvalık, Edremit, Küçükkuyu, Assos (Behramkale), Babakale yaklaşık 290 km.
Ve buradan da Bozcaada

Dönüş ise;
Bozcaada, Ezine, Edremit, İzmir yaklaşık 300 km
Hareket halindeki fotoğraflar artçım Seda’dan.
Fotoğraflar  Casio  Exilim 7.2 ile çekildi.



Cuma sabahı 8:30 gibi çıktığımız yolda sıcaktan önce şiddetli bir rüzgar karşıladı bizi.
Sabah yoğunlaşmaya başlayan trafiğin arasında kendimize yol açmaya çalışırken özellikle Aliağa taraflarında rüzgar kendisini iyice hissettirmeye başladı. Gönderdeki bayrak rüzgarın şiddetinden neredeyse dümdüz duruyordu.



Yol kalitesi genel olarak fena değil. Çoğu yer zaten bölünmüş vaziyette. Bir kaç bölgede de yol çalışması devam ediyor. Çalışma olan bölgelerde zift ve mıcır zemini güvenilmez bir hale getirmiş ayrıca daraltılan şeritler ya da servis yolları risk faktörünü arttırıyor ister istemez.



Aynı güzergah hafta sonu yapılacak festivale giden motorcuları da Kazdağları’na götürüyor.  Bu da ilginç manzaralar yaratıyor.  Bu ciddi şekilde yüklenmiş scooter ile daha sonra benzincide yine karşılaştık.



Ayvalık kavşağında şiddetli rüzgara rağmen ciddi biçimde erimiş bir asfalt bölge vardı. Yol çalışması nedeniyle burada yol kalitesi zaten çok bozukken birde erimiş asfalt ile daha da tehlikeli bir hal almış.


Yol neredeyse üzerine su dökülmüş gibi pırıl pırıl parlıyordu. Allahtan ortadaki bölge biraz daha kuru kalabilmiş. Bizde bu hattı takip ederek  inşaat bölgesini geçtik.

  
İlk mola Ayvalığın Çanakkale istikametindeki çıkışında yer alan Ekbir tesislerinde. Burası bazı otobüs şirketlerinin de mola verdiği güzel bir yer, yemekleri fena değil ama bence en önemli özelliği restoranın duvarlarının tamamının Atatürk resimleri ile kaplı olması.


Motora benzin, vücuda bol miktarda su takviyesinden sonra yola devam.  Hava iyice ısınmaya başladı.


Burhaniye’de rüzgar hala tüm şiddeti ile devam ediyor. Hatta buradaki şiddetinin daha fazla olduğuna biraz sonra büyük bir tesadüf eseri tanık olacağız.


Yolda bol miktarda radar var; Kırmızı Hyundai bu bölgenin demirbaşı. Anlaşılan polisler motosikletlerin 70 km lik hız sınırının makul olmadığının farkındalar.  99 ve 98 (navigasyon hızı)  ile geçtiğimiz 2 radardan sonra başımıza bir iş gelmediğine göre pratikte durum bu. 

Öğlen yemek ve dinlenme molamız Edremit’te.


Çarşı içinde Belediyenin yanındaki Cumhuriyet Lokantası buradaki olmazsa olmaz durağımız. 
Çok güzel bir lokanta, Cumhuriyetle yaşıt. Yemeklere çok güzel demek haksızlık olur. Başka birşey bulmak lazım. Mesela “Muhteşem “gibi. Pek çok yemek ve gezi programına konuk olmuş bir yer burası. Son derece mütevazi ama bir o kadar da lezzetli. Aklınızda bulunsun Cumhuriyet lokantası  Pazar günleri kapalı.


Yemekten sonra aklımız yiyemediğimiz diğer lezzetli yemeklerde kalarak yola çıktık.

Tam Edremit çıkışında ışıklarda beklerken rüzgarın ne kadar şiddetli olduğunu gösteren bir olay meydana geldi.
Sol tarafımızdaki inşaat halindeki  binanın bir duvarı rüzgarın etkisi ile iskele ile birlikte devrildi. Seda henüz tozu üzerindeyken görüntüledi. Bu fotoğraf çekildiğinde iskele yıkılmaya devam ediyordu.!!!

Edremit’ten Küçükkuyu’ya kadar olan yol tek kelime ile rezalet.   


Çok yoğun yazlıkçı trafiği ve kural tanımayan sürücülerin yanında devam etmekte olan yol çalışmaları burada yol almayı tam bir eziyet haline getirmiş. 


Türk tipi asfalt çalışması yüzünden yeni serilmiş mıcırların üzerinde korka-korka yol almak zorunda kaldık.



Küçükkuyu’dan sonra Behramkale –Assos tarafına dönerek yoğun trafikten bir parça da olsa kurtulmayı başardık. Ama burada da yol bozuk ve çok dar. Fakat manzara güzel deniz hemen yanınızda. 
Bu yol üzerinde bol miktarda kamp yeri ve otel-motel var .

Kısa sayılabilecek bir mesafede geçen uzunca bir zamandan sonra sıcak ve dar yoldan tam bezmiş durumdayken Cuma günü olmasına rağmen çok kalabalık olan Assos’ a vardık. 


Assos (Behramkale)


Assos (Behramkale)'un tarihi M.Ö. 2000 yıllarına kadar dayanmaktaymış . M.Ö. 1000 yıllarında Lesbos (Midilli) adasından gelenler tarafından Aiol kolonisince kurulduğu bilinmekte.

M.Ö. VI Yüzyılda Lidyalıların ve Perslerin egemenliğine giren Assos, M.Ö.V. Yüzyılda birçok Batı Anadolu kenti gibi Attik Delos (Deniz Birliği)'a üye olmuş. Büyük İskender'in Asya Seferi ile Makedonya hakimiyetine giren kent, İskender'in ölümünden sonra sırayla; Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu ve Bizans hakimiyetinde kalmış ve I. Murat döneminde Osmanlı toprakları içerisinde yerini almış.


İstisna birkaç tarihi eserimizin dışında olduğu gibi burası da genele uygun vaziyette. 


Etraftaki turistik işletmeler son derece faal ama bu turistik aktiviteye sebep olan asıl kalıntılar son derece bakımsız ve harap.


Dik sayılabilecek bir yokuşla tepeye ve harabelere ulaşıyorsunuz. Bu yolun iki yanında turistik ıvır-zıvır satan bir sürü küçük tezgah , oturup dinlenebileceğiniz kahveler var.



Milletçe tarihe bakış açımız zaman içinde pek değişmemiş anlaşılan  kalıntıların kitabesinde yazanlar düşündürücü.!!!!
Hani hep tarihi eserlerimizin çalındığından yurt dışına kaçırıldığından şikayet ederiz ya. İnsanın bazen “iyi ki götürmüşler de koruma altına alınmış “  diyesi geliyor.


Bakın Assos harabelerine ne olmuş. Daha doğrusu ne yapmışız.
Gerçekten çok trajik.


Bu yörede mevcut kalıntılar sağa sola dağıtılmanın ve liman inşaatında kullanmanın dışında ayrıca civardaki köylüler tarafından da inşaat malzemesi olarak kullanılmış.


Tabi ki bu da ortaya garip durumlar çıkartmış. Assos’taki camide bu furyadan nasibini almış. Yahudi yıldızı olarak bilinen altı köşeli yıldız tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışından binlerce yıl önce kazındığı bir taşın yer değiştirmesiyle ironik bir şekilde  bir  caminin duvarında yerini almış !!??


En azından 1359 yılında bu camiyi yapan Müslümanların şimdikilerden daha hoşgörülü olduğunu gösteriyor bizlere.




Hemen karşıda Midilli adasını çok net görebiliyorsunuz. O kadar yakın ki !!!???


Aynı noktadan aşağıdaki Assos limanı da görülebiliyor.

Bu da harabelerden alınan taşlarla yapılan çevre köylerdeki evlere bir örnek. İrili ufaklı binlerce beklide yüz binlerce antik taş tarih boyunca civardaki her türlü inşaatta kullanılmış.


Kaz dağlarına bu kadar yakın bir yer olmasına rağmen bitki örtüsü buralarda yok denecek seviyede  fakir. Tarımsal faaliyette pek görülmüyor zaten oldukça tenha bir bölge.


İlk günün sonuna doğru bir diğer hedefimize  Assos - Geyikli (Bozcaada) güzergahında Babakale’ye gidebilmek için ana yoldan ayrılacağımız yer olan Gülpınar’a ulaştık.


Babakale’ye yönelmeden önce burada da görmek istediğimiz  ve Gülpınarın içinde kalmış antik bir tapınak alanı var. Ulaşım bu yüzden çok kolay. Babakale kavşağından Geyikliye doğru  biraz ilerleyince kasabanın içinde solda levhayı görüyorsunuz zaten.




SMINTHEION ( Apollon Smintheus Tapınağı ve Kutsal Alanı ) 


Babakale'ye en yakın ve en önemli tarihi kalıntı 5 km mesafede Gülpınar'daki Apollon Smintheus Tapınağı kutsal alanı.  
Homeros'un İlyada'sının ilk dizelerinde, savaş sırasında Agamemnon tarafından alıkonulan kızını kurtarmak için Tanrı Apollon'a yalvaran Chryse rahibinin yakarış dizelerinde tapınağın adına rastlanıyor.


İ.Ö II. Yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği düşünülen bu tapınağın arkeoloji dünyasına kazandırılması biraz da tesadüfle olmuş. 1785 yılında Jean Baptista Le Chevalier   tarafından    Lektum-Babakale'den   Alexandria Troas'a    giderken tapınağın toprak üstünde kalan kalıntılarının görülmesiyle gerçekleşmiş. 1853 yılında ise yöreye harita çalışması için gelen İngiliz Amiral R.N. Spratt, bulduğu yapının İon düzeninde Apollon Smintheus'a   ait önemli bir kutsal alan olduğunu bilim dünyasına duyurmuş. Spratt'dan sonra Pullan 1866 yılında kazılara başlamış ve bu ilk kazılardan sonra tapınak yüzyıl boyunca unutulmuş. 1966 yılındaki H.Weber'in araştırması ile tapınak tekrar hatırlanmış. 1971-73 yılları arasında Çanakkale Arkeoloji Müzesinin yörede yürüttüğü kazı çalışmalarının ardından 1980 yılından bu yana Gülpınar-Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresindeki kazı ve restorasyon çalışmaları Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında halen devam ediyor.



Sponsorlu bir kazı olduğu için biraz daha düzgün bir yer burası. Ama maalesef hala yapılacak çok iş var. Küçük bir binada buluntular ve  civarda yaşayanlara ait eski eşyalar sergileniyor. Eski dediysek antik eserler olduklarını düşünmeyin. 1900 lü yıllara ait eşyalar bunlar. Mesela köy fotoğrafçısının makinesi.




Tapınağın hemen karşısındaki genç bir aile tarafından işletilen küçük kahvede bir şeyler içip gözleme yiyebilirsiniz. 
Kahve yine antik bir çeşmenin yanında .Suyunu da bu antik çeşmeden alıyor.



Buradan ayrılarak Babakale’ye  doğru yola  çıktık. Geldiğimiz yoldan  Biraz geriye dönerek Gülpınar köyünün girişindeki kavşaktan hedefimize yöneldik.

Yol çok kötü yer yer toprak ve mıcır . Babakale deki devam eden rıhtım ve mendirek inşaatı yüzünden bu güzergahı kullanan kamyonlar yolu  mahfetmişler kasalarından dökülen taşlar ve toprak  zemini iyice kirletmiş . İlk başta sadece bir sıkıntı olan bu durum dönüşte maalesef başımıza iş açacaktı.


Şaşırtıcı fakat böyle ücra bir yerde  bile oldukça büyük tatil siteleri kurulmuş.




İşte sonunda Babakale göründü 8-9 km lik bir yolculuktan  sonra yolun ve kıtanın bittiği yere varıyoruz. Hava hala çok sıcak denizden gelen hafif bir esinti  var ama bizi serinletmeye yetmiyor.



ASYANIN UCUNDAKİ FENER.


Böyle diyor  yerlileri oraya.
Ya da böyle anılmasını istiyorlar. Aslında çok ta yanlış değil. 


Çünkü Asyanın en batısı burası, Avrupa kıtasına en yakın yer.  Asya kıtasının doğu ucundaki  Çukçi Yarımadasında bulunan Dejnev Burnuna  en uzak nokta.  Boydan boya 8200 km. 


Aslında teknik olarak Asya’nın  en batı ucu  Gökçeada’nın İnci burnudur , ama anakarayı düşünürseniz  tartışmasız  Babakale.


Bu yöre mitolojisi ve tarihi ile çok zengin bir coğrafya.   Asırlar boyu sayısız medeniyetlere ev sahipliği yapmış  bir yöre.
Adını sahip olduğu kaleden alan Asya'nın ucundaki fener Babakale antik çağda da adından Lekton ya da Lektos olarak bahsettirmiş. Homeros'un İlyada adlı eserinde ve ünlü tarihçi Amasyalı Strabon'un coğrafya kitabı "Geographika" adlı  eserinde yer alan tarihi bir bölge burası. 

..Lektos burnundan fırladılar denizden
        Vardılar canavarlar anası çok pınarlı İda'ya...
       

Ölümsüz şair İzmirli (Symirnalı)  Homeros'un  epik şiiri İlyada'da   Lektos Burnu'ndan (Bababurnu) böyle bahsediyor.
Tarih ile hikaye, hikaye ile efsane bir birine karışmış buralarda . Ama dağa taşa yayılmış pek çok  antik yerleşim yeri kalıntısı  işin gerçek tarafını en azından o günlerden bu güne ayakta kalmayı başarabilen taşların  gerçekliği kadar açık bir şekilde ortaya koyuyor.


Bize ait olan tarihi ise yine bize yakışır şekilde biraz alaturka.


Köy eski bir Osmanlı köyüdür. 1725 yılında bir deniz seferinden dönüş sırasında fırtınaya tutulan Sultan III.Ahmet doğal limana sığınır.Bunu fırsat bilen köylü ahali korsanlardan bıkıp usandıkları için dertlerini sultana anlatır.III.Ahmet veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya ilgilenmesi için buyruk verir.


Çanakkale-Baba Burnu(Lekton)
L.Fuhrman-E.Raczynski,Breslau,1824
Arceology Museum of Istanbul


Nevşehirli Damat İbrahim Paşa  damadı Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa'yı bu iş için görevlendirir.Bir ferman çıkarılır.Fermanla, yurdun dört bir yanındaki mahkumların Baba burnunda çalışmaları halinde serbest olacakları buyrulmuştur. Mahkumlar canla başla çalışıp, kaleyi yaparlar. Çeşme için beş kilometre öteden künk döşeyip su getirilir. Limanın inşaatı başladığı zaman Kaymak Mustafa Paşa, Patrona Halil isyanında öldürülünce inşaat yarım kalır. Liman ise çok sonraki tarihlerde zar zor bitirilmiş. Zamanında kalenin içinde 40 ev, cami de varmış ama şimdi bu yapılardan eser kalmamış. 


Yani biz hep böyleymişiz demek geliyor insanın içinden .


Daha sonrada hep uç köşede ücrada bir köy olarak kalmış burası fazlaca bir değişiklik olmamış. O kadar değişmemiş ki    1824 tarihli gravürde görebileceğimiz 2 adet yel değirmeni halen ayakta. Biri özel mülkiyet konut  olarak kullanılmaktayken diğeri zamanın yıkıcı etkisine direnmeye çalışarak restore edilmeyi beklemekte.


Turistik olmaktan çok uzak bir yer burası. Fiziki konumunun ilginçliği dışında görülecek pek bir şey yok. Denize girilecek bir yer yok. En yakın plaj 5 km gerideki  Akliman.  Zaten yazlık sitelerin olduğu yer de burası.
Buraya adını veren Kale de son derece bakımsız ve perişan bir halde. !!!


Kale kitabesi  ve bir kenara atılmış Türkçesi.İşte Asya kıtasının en batı noktası.




İşte Asya kıtasının en batı noktası.



Kalenin içindeki Babakale feneri  teknik olarak ana karanın bittiği yer.


Tam bu nokta da Asyanın en batı ucu. 



Aslında burada gece kalmayı planlamıştık fakat kalmayı düşündüğümüz motel  beklediğimizden daha kötü çıkınca programı değiştirmek zorunda kaldık.


Seda  Bozcaada’da kalacağımız oteli arayarak yer olup olmadığını sordu. Gelen olumlu cevapla 19:00 daki  gemiye yetişebilmek için  fazla oyalanmadan hemen yola çıktık. 
Babakale’den son birkaç poz da bunlar.
 


   

Bu iki günbatımı pozunu biz çekmedik. Babakale’nin internet sitesinden aldım.

          


Babakale’nin hemen çıkışında  hafif yokuş yukarı bir sağ virajda resim çekmek için yolun soluna yanaşarak durduk.


Resim çekme faslı bittikten sonra yolun kenarında birikmiş  mıcırlarda kaymamaya dikkat ederek (yada dikkat ettiğimi sanarak)  hareket ettik. Henüz yürüme sürati denebilecek bir süratteyken bir anda kendimizi yerde bulduk  !!!!!???????  
Tek hatırladığım motorun sola yatmış olduğu ve Seda’yla birlikte yerde olduğumuzdu. Her şey o kadar çabuk olmuştu ki ayağa kalkıncaya kadar düştüğümü bile  anlayamadım. Yüklü halde 500 kg ya yakın bir ağırlığın ne kadar çabuk yatabileceğini de böylece görmüş olduk.


Hemen yolu kapatan ve yokuş aşağı gelen bir arabanın viraj sonrasında önüne çıkabilecek pozisyonda yatan motoru kaldırmak için hamle yaptık fakat nafile. Allahtan yoldan geçen bir cip bizi görerek durdu ve içinden inen 3-4 kişinin yardımıyla motoru kaldırdık. Yardımımıza koşanlar sürekli olarak “acele edin , çabuk ,çabuk, yukarıdan taş yüklü kamyon geliyor  “  diye bizi uyarıyorlardı.  Neyse ki kamyondan hemen biraz önce  motoru yoldan çektik.
Yardımcılarımıza teşekkür ettikten sonra hasar tespiti yaptık;


-Benim sol dizimde bir delik oluşmuş ve buradan çizilmiş olan korumanın plastiği görünüyordu.
-Sol  yan çarpma takozu ve ezilmişti
-Sol  yan çantanın altı çizilmişti.
-Sedanın elindeki fotoğraf makinesi yere çarparak hasar almıştı.
-Eldivenlerimizin avuç içleri hırpalanmıştı (eldivensiz olsaydık ne olurdu düşünemiyorum bile)
-Ve en önemlisi vites geriye doğru bükülerek yamulmuştu. 


Ama motor hala çalışır ve yürür vaziyetteydi. Çok sıcak bir hava olmasına rağmen full korumalı olmamızın ödülünü almıştık. Allaha şükür bir yaramız-beremiz yoktu. Sadece bembeyaz toz içerisinde kalmıştık.


Daha sonra neden düştük diye yolu incelemeye başladık. Yolu sürekli olarak kullanan kamyonlardan dökülen taş toprak lastikler tarafından ezilerek neredeyse pudra kıvamında bir malzeme haline gelerek yolun  kenarına yığılmış ve üzerine serpilen çakıllar ile yolun bir parçası gibi görünerek kamufle olmuş tu. 


Düştüğümüzde etrafımızı saran tozun sebebi de buymuş. Biz de hareket ettiğimizde neredeyse 10-15 cm derinliğindeki bu malzemeye dalmışız. Büyük ihtimalle zaten çok yüklü olan motor yokuş yukarı  vaziyette burada patinaja düşerek arkayı sağa doğru savurmuştu.


Halimize şükredip birbirimize sarılarak biraz sakinleşmeyi   bekledikten sonra tekrar yola çıktık, çünkü yetişmemiz  gereken bir gemi var.


Ancak hareket edince fark ettim ki vitesi değiştirmek çok zor. Geriye doğru büküldüğü için ayağımı altına sokamıyordum ve yukarıya doğru çekemiyordum ancak ayağımın içini yandan dayayarak zor da olsa vites değiştirmeyi  becerebiliyordum . 
O anda aklımıza bir az önce ziyaret ettiğimiz tapınağa giderken Gülpınar’ın içinde önünden geçtiğimiz motosiklet tamircisi geldi hemen o tarafa yöneldik fazla vites değiştirmemeye çalışarak tamirciye vardık.


Sağ olsun bir boru anahtarıyla bükülmüş olan vites pedalını düzeltti ve çarpma takozunu yerine taktı. Hani acaba diyorum motora bir küçük  boru anahtarı koymak mı  lazım acaba? Dağ başında ve pedal vites değiştirilemeyecek şekilde bükülmüş bir vaziyette de kalabilirdik. Oysa çözüm çok basit yeter ki bir anahtar olsun elinizde.  
Bu işi bir düşüneceğim bakalım boru anahtarına  yer var mı motorda.???



Buradan itibaren Geyikli iskelesine kadar olan yol oldukça dar ve virajlı. Kilometre  olarak fazla olmasa da  çok vakit alıyor zaten yaşadığımız olaydan dolayı son derece tedirginiz ve pekte süratli gidesimiz yok.!!!


Buralar domatesi ile ünlüymüş. Yollarda bu mevsimde sürekli domates yüklü kamyonlarla karşılaşıyorsunuz.



Yolda Tuzla isimli ilginç bir kaplıca bölgesi  var.  Yerden çıkan sıcak sular etrafa yayılmış vaziyette. Fotoğraf makinamız    gazi   olduğu için buradan itibaren adaya varıncaya kadar olan bölümle ilgili bazı resimler bir önceki  gezimizden.



Ezine istikametine doğru gittiğimiz bu yolda Bozcaada levhası ile  Geyikli iskelesine doğru dönüyoruz.


Saat tam 19:00 da sonunda iskeleye vardık. Uzun bir araç kuyruğu olmasına rağmen motosiklet olmanın avantajıyla sırada  bekleyen ve  gemiye binemedikleri   için söylenen sürücülerin yanından hızla geçip kendimiz gemiye atarak derin bir soluk alıyoruz. Bizim arkamızdan kapaklarını kapatan gemi adaya doğru hareket ediyor hemen.


Gemide  motoru park ettikten sonra bu gün yaptığımız yol ile ilgili verileri resimliyoruz , tam bu anda pili zaten çok azalan ve kazada da ağır darbe yiyen makinamız  iflas bayrağını çekiyor.



TENEDOSUN  Batısına ,Gün batımına;


Enteresan bir yer Bozcaada. İnsan tarihine bir göz atınca şaşırmaktan kendini alamıyor. Bu kadar küçücük bir yer için bunca savaş niye diye düşünüyorsunuz. Mitolojik tarihinden bu yana o kadar çok el değiştirmiş ki  hesabını tutmak bile güç.
Antik çağda Leukophrys, Yunan Mitolojisinde ise Tenedos adıyla bilinen Bozcaada’ın ilk sakinleri Akaların bir kolu olduğu ve M.Ö. 2000 yıllarında yerleştikleri tahmin edilen Pelasg’ar (Pelazziler)olmuş 


Çanakkale-Bozcaada(Tenedos Island)
Comte de Choiseul Gouffier-Paris,1782-1822
.

Akalardan sonra Adaya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuş. Ada M.Ö.493 te Pers istilasına uğramış, ve M.Ö.334 yılında ise Pers istilasına son veren Büyük İskender devri başlamış. .Bergama Krallığından sonra M.Ö.168 yılında Roma hakimiyetine girmiş .Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesiyle Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğuna dahil olmuş .1203 yılından sonra Bozcaada üzerinde Bizans-Ceneviz-Venedikliler arasında egemenlik mücadelesi başlamış. 


Bozcaada ilk defa 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğuna katılmış. Osmanlı ile Venedik arasında Bozcaada için mücadeleler olmuş, Ada zaman zaman Venedik hakimiyetine girmiş. Bozcaada Osmanlı döneminde bir kale dizdarı ve kadı tarafından yönetilmiş,19.yüzyılın sonlarında Merkezi  Sakız ve Rodos olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaletinin Midilli Sancağına bağlı bir Kaymakamlık olarak teşkilatlanmış.     


   
Çanakkale-Bozcaada(Tenedos Island)
Die heutige Turkei,Leipzig,Berlin,1822
Milli Kütüphane-ANKARA
    
1912 yılında Balkan Savaşı sırasında Yunan donanmasınca işgal edilmiş olup, Lozan Antlaşması sonucunda 20 Eylül 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetine bağlanmış. Şu an Çanakkale iline bağlı bir ilçe statüsünde. Ama sadece ilçe merkezi var köyleri  yok.


Bu kadar el ve idare değiştirmenin sonucunda da  “ yap ortaya bir karışık “ tadında bir yapı oluşmuş. Biraz ondan birazda bundan.   Ama ne  tam “o “  ne de tam  “bu”.  Kendine has bir doku ve mimari ile birlikte kendine has bir yaşam tarzı oluşmuş.


Geyikli iskelesinden sizi Bozcaada’ya götüren  feribot sanki 8 km uzağa değil de 80 yıl geriye gidiyormuş gibi. Sizi zamanın daha yavaş geçtiği her şeyin daha küçük ,daha sade  ve basit olduğu bir dünyaya götürüyor. Büyük şehirlerin hengamesinde unuttuğumuz  güzellikteki bir yaşantının beklide son kalesi.


Sadece iki mahalleciği var . Türk mahallesi (Alaybey ), Rum mahallesi (Cumhuriyet) zaten yerleşik nüfusta 2500 kişi civarında. Tek eczanesi ,tek bankası (ziraat bankası –iş bankası ve garanti bankamatik ) ve birkaç tane küçücük bakkalı olan bir yer burası.  


Yıllar içerisinde adadaki Rum nüfus ciddi şekilde azalmış. Kala kala 20 kişi civarında rum kökenli vatandaş kalmış. Ama bu girift ve çalkantılı tarihin tortusu olan “şarap ve şarapçılık” ,adada kalıcı bir değer olarak kendine yer bulmuş.
Bu gün adanın en önemli gelir kaynağı, şarap ve şarapçılıkla birlikte gittikçe bununla daha sıkı bir ilişki içine giren turizm. Yaz aylarında  10.000 kişiye kadar çıkabilen nüfus bu gelirin temel dayanağı elbette. Günü birlik ya da hafta sonu için gelip gidende oldukça fazla Bozcaada’ya.


Adada  bir sürü küçük otelcik var. Her şeyin küçük olması gibi otellerde küçücük. Binalar küçük, odalar küçük , her şey küçük. 


Eğer Antalya’daki oteller gibi bir şeyler hayal ediyor ve bekliyorsanız hiç bu taraflara gelmeyin. Adadaki bütün otelleri Antalya’daki orta sıklet bir beş yıldızlı otelin bahçesine sığdırabilirsiniz.



Ulaşım Geyikli iskelesinden arabalı vapur ile yapılıyor. Sadece giderken bilet aldığınız bir yer burası. Dönüşte bilet yok. Hatta birkaç yerde  alışılmışın dışında bir uyarıda var. “Bileti saklamanıza gerek yok” diye. Motor artçı ile beraber gidiş dönüş 21. TL 


Yaz kış tarifesi farklı. Kışın oldukça seyrek çalışıyor gemi. Yazın daha sık sabahtan itibaren iki saatte bir. Ama yinede telefonla iskeleyi arayıp öğrenmek lazım. Hava durumuna göre seferler iptal olabiliyor. Gidememek neyse de gidipte mahsur kalmak çok sıkıcı bir durum. 0 (286) 444 0 752


Diğer bir sıkıntıda bu yaz itibarı ile rezervasyonlu sisteme geçildiği için önceden arayıp bilet için yer ayırtmak gerekiyor. Allahtan motosiklet için henüz rezervasyon istemiyorlar bileti aldıktan sonra sizi bir yere sıkıştırıveriyorlar.
Adalar arasında ulaşımı sağlayan  Gestaş’ın sitesinden de  bu konuda  detaylı bilgiye ulaşılabiliyor.  http://www.gestasdenizulasim.com.tr/


Ayrıca Çanakkale den de deniz otobüsü çalışıyor fakat ona motor yüklemek imkansız.



Adaya vardıktan sonra  otelimize yerleştik. Kısa bir   tamir ve temizlik faslından sonra tekrar çalışmaya başlayan fotoğraf makinemizi  şarj edip  yanımıza alarak sokağa attık kendimizi.


Gece yaşantısı merkezde oldukça renkli ve hareketli . Her zevke ve keseye göre bir şeyler bulmak mümkün.
Bizim adadaki  restoran  tercihimiz her zaman sahildeki Tenedos Balıkçısı. Mekanın sahibi Haluk bey ve işletmecisi Kenan bey size Egenin ve yörenin en seçkin lezzetlerini sunmak için yarışıyorlar adeta.


Sıcak ot salatası, ege salatası  gibi yöreye özgü mezelerin yanında her türlü deniz ürününü de bulmak mümkün. Biz genelde balık yemek yerine bu sıcak mezeler-ara sıcaklar ile karnımızı doyurmayı tercih ediyoruz.  Yemeğin yanında da mutlaka adanın şaraplarından bir tanesi içilmeli . Bizim tercihimiz beyaz olarak “ Vasilaki “ kırmızı olarak ise pek çok seçenek var. Hatta dünyada sadece burada yetişen “Karalahna” üzümünden yapılan aynı adlı şarabı da tadabilirsiniz.


Yemekten sonra kısa bir hazım yürüyüşü ile uzun bir günü sonlandırmak için otele yöneliyoruz.


Adadaki üç polis aracından biriside bu    “polis motosikleti “
Ertesi gün bu motoru görev başında da  resimleyebildik.


Cumartesi sabahı erken bir kahvaltı ile güne başlıyoruz. Kaldığımız Delos Otelin bahçesinde açık büfe kahvaltı.!!  Adadaki her şey gibi açık büfelerde küçük.


Delos Otel   ,Derya bey ve eşi tarafından işletilen küçük ,temiz ve yeni bir otel.  Sabah kahvaltısında Derya beyin annesinin mutfakta yaptığı sıcak sıcak servis edilen  lokmalar, yumurtalı ekmekler kahvaltının bir parçası. Size sanki evlerinde misafirmişsinizcesine  ilgi alaka gösteren çok  iyi niyetli  insanlar.


http://tr-tr.facebook.com/pages/Bozcaada-Turkey/Delos-Otel-Bozcaada/413655900009
ADRES: Alaybey Mah.Muratbey Sok. No:17 Bozcaada-Çanakkale
TELEFON:
0286 697 01 24
0541 573 72 46




Sabah kahvesi kalenin hemen önündeki    İskele-Sancak    kafede.
Kahve servisi gerçekten çok şık, ada usulü bir tarz bu.


Kahve küçük bir parça lokum ve yine adaya özel   “şarap likörü “   ve buzlu su ile servis ediliyor. Özellikle bu likör gerçekten nefis bir şey.  Mutlaka denemelisiniz.  Aynı likörü şarap satan dükkanlarda bulabilirsiniz.  



Bu günkü programımız biraz farklı. Bisiklet kiralayarak değişik  bir açıdan bakacağız adaya. Eğer sizde kondisyonunuza  güveniyorsanız bunu deneyebilirsiniz. Adanın güneyi daha inişli çıkışlı bir  yapıya sahipken kuzey tarafı daha düz ayak. Size uygun rotayı seçebilirsiniz.


Bizim plandağımız gezi  güney bölümde Tuzburnu- Akvaryum Koyu-Ayazma üzerinden yaklaşık 25 km lik bir daire çizmek. Kiralık bisikletler gayet güzel ve bakımlı içlerinde disk frenli olanlar bile var.  


Yanımıza bol miktarda su alarak ve motorun depo üstü çantasını bisikletin arkasına takarak yola çıkıyoruz. İtirazlarıma rağmen Seda çantayı suyla dolduruyor  iyi ki de yapıyor bunu  çünkü bir  kaç saat sonra mola için durduğumuzda yanımızda hiç su kalmamıştı !!!!


Bisikletin avantajı kendinize özel koylar bulabiliyor ve böylece turistik yerlerin kalabalığından gürültüsünden uzakta kalabiliyorsunuz. Ancak su benim giremeyeceğim kadar soğuk.  Eğer güneyin sıcak deniz suyuna alışkınsanız buralar size göre değil. Diğer koylar insanla doluyken bu koy adeta terk edilmiş gibi. Seda burada tek başına denize girerek keyif yaptı.


Bir süre sonra bizimde kondisyonumuzun bu gezi için yeterli, olmadığı ortaya çıktı.  Özellikle yokuş yukarı olan bölümleri çıkmak bizim için neredeyse imkansız.


O halde geriye bir tek yol kalıyor. Yokuş yukarı olan bölümler …… YÜRÜNECEK
Yanımıza aldığımız  +50 faktörlü güneş yağı ile  sık sık yağlanarak bu yakıcı güneşin gazabından korunduk.


Ciddi uzunlukta bir yolu kah yürüyerek kah bisiklete binerek kat ettikten sonra Ayazma koyuna vardık. Burası adanın yazın en popüler ve kalabalık köşesi. Yazın günübirlik gelenlerde dahil çoğunluk denize girmek için burayı tercih ediyor.
Bizde burada mola verdik çünkü artık ikimizde de bir adım daha atacak hal ve yanımızda su kalmamıştı.



O sıcakta buz gibi soğutulmuş bardağa konan aynı soğukluktaki bira donarak kristalleniyor.  Bir biranın olabileceği en soğuk hal bu olsa gerek.  Yanında da Çiğ Börek.    Gerçi içine domates koymuşlar ama olsun yinede çok lezzetli,   ayrıca gözleme çeşitleri ve kebap,  deniz mahsülleri de var. Daha yolumuz uzun olduğu için fazla yememeye gayret ederek bir saat kadar dinleniyoruz.



Seda bir defa daha denize girmek için hamle yaptı fakat bu sefer su  ona da soğuk geldi.  Bunun üzerine  tekrar yola koyulduk .  Bisiklet yol boyunca bize daha önce göremediğimiz detayları görme şansını veriyor.


Tipik ada mimarisi yine adada bulunan bir taşla yapılan küçük evler şeklinde oluşmuş. İşte size güzel bir örnek. Büyük evler villalar göremiyorsunuz   , allahtan yapılaşma çılgınlığı henüz  buralara gelmemiş yada müsaade edilmemiş.


25 km lik çok yorucu bir geziden sonra  tekrar merkeze otele geri döndük. Duş ve kısa bir dinlenmeden sonra  saat 18:30 katılacağımız tur için  hazırlanıp yola çıktık. Tur adada  Sedanın sahibini  tanıdığı bir şarap firmasının  aktivitesi.  
Sizi bağların arasından bir tepeye götürerek gün batımını seyredebilmenizi sağlıyorlar hem de peynir ve şarap ikram ederek.  Firma sahibinin köpeği   Badem’de  bu gezide size eşlik ediyor.  Onun derdi   ikram edilen peynirlerden otlanmak gün batımıyla pek işi yok.

                      



Kayıt yaptırmakta geç kaldığımız için traktörde yer kalmamıştı bunun üzerine bizde motorla takip ettik onları.


Burası gün batımını izleyeceğimiz tepe. Traktörle aynı yoldan gidemeyeceğimiz için  motoru yola park edip tepeye tırmanmak gerekiyor.


Çanakkale çimento fabrikasından yükleme yapacak gemiler adanın arkasında rüzgarın etkisinden korunarak sıra bekliyorlar.
Badem kendisine atılan peynirleri havada kaparak hepimizi güldürmeyi başarıyor..



Badem kendisine atılan peynirleri havada kaparak hepimizi güldürmeyi başarıyor..

Ve sonunda  güneş  gazi  fotoğraf makinemize çok güzel enstantaneler bırakarak   batıyor.




Sabah bisikletle 6-7 saatte geçtiğimiz güzergahı motorumuzla 15 dakikada tamamlayıp merkeze geri dönüyoruz. Akşam yemeği  yine Tenedos’ta. 



Gündüz yaşadığımız bisiklet macerasının yorgunluğu ile geceyi kısa kesip otele dönmek zorunda kaldık ertesi gün uzun bir dönüş yolu bizi bekliyor. 


Sabah kahvaltısından sonra merkezde yürüyerek dolaşmaya ve sahilde sabah kahvemizi içmeye iniyoruz.

              




Adada pek çok şarap mağazası var buralarda tadım yapabiliyor istediğiniz şaraplardan satın alabiliyorsunuz. İsterseniz kargoyla da adresinize gönderiyorlar.


Bunlarda adanın meşhur mavi gözlü kargaları.


Zamanımız olduğu için geçen gelişimizde gezmek istediğimiz halde yağmurdan dolayı gezmediğimiz Bozcaada kalesine gitmeye karar veriyoruz.





Kalenin içinde küçük bir binada yörede bulunan anforalar sergileniyor.



Adada  Türk mahallesi ve Rum mahallesi olarak iki mahalle var.


Rum mahallesinin sokakları daha dar  binaların bir kısmı burayı terk eden Rumlara ait olduğu için metruk bir vaziyette.
Balık lokantalarını istemiyorsanız buradaki   “geleneksel “  meyhaneleri de tercih edebilirsiniz.





                  


Adaya araç ile gelmezseniz yada burada kullanmak istemezseniz adanın dolmuşları sürekli olarak ring seferi yaparak sizi istediğiniz yere götürüyorlar.


Eşyalarımızı topladıktan sonra  kısa bir tur atmak ve depo üstü çantayı takmadan önce benzin ikmali yapıp   lastik havalarını kontrol etmek için adanın tek benzincisine yöneldik daha sonrada adanın batı ucundaki rüzgar enerjisi santraline gitmek istiyoruz.


İşte size adadan bir motosiklet manzarası..!!!!!!







Santralin oradaki işleteme binasının  çatısı aynı zamanda bir seyir terası olarak düzenlenmiş. Burada oturarak dinlenebilir ve  pervanelerin etkileyici görüntüsü  altında seslerini dinleyebilirsiniz.  Aynı zamanda güneş batımını izlemek içinde güzel bir yer  burası .




Adaya otomobil ile geldiyseniz yaz aylarında gemiye binebilmek ciddi bir sorun. Her ne kadar randevulu sisteme geçildiği söylense de durum pek öyle görünmüyor.


Yine bayağı bir bağırış çağırış oldu gemiye binişte. Allahtan motosikletlere böyle bir sıkıntı yok. Gemide bizden başka motorcularda var.




Gemiye binmek için bekleyenler oldukça fazla. Yazın erken gelip sıraya girmekte fayda var yoksa gelen gemiye binememek işten bile değil.



İzmir’e dönüş yoluna geçmeden önce görmek istediğimiz bir yer daha var. Alexandria Troas isimli bir antik şehir. Fakat ne bir levha var nede bilen.   Sonunda    sora –sora bulduk.


Geyikliden hemen çıkışta     Dalyan ,Odunluk iskelesi istikametine dönmek gerekiyormuş.


Odunluk iskelesi küçük bir yer.  Daha çok büyük balıkçı tekneleri tarafından işgal edilmiş vaziyette. Sahilde  birkaç  lokanta ve kahve var. Kayda değer bir yer değil .Burada dikkatimizi çeken tek şey taş bir otel binası oldu. Dalyana doğru devam ediyoruz.


Odunluk İskelesi ile Dalyan Köyü arasında yoğun çam ormanlarının denizle buluştuğu çok güzel bir bölge var. Yazlık evler tarafından işgal edilmiş maalesef her yer.


Dalyan köyünün kendisi küçük fakat sahil ile buluştuğu yer oldukça büyük ve geniş. Küçük bir mendireğin yanında denize girilecek geniş bir alanda var burada.


Köyden çıkarak bulmayı umut ettiğimiz antik şehre doğru yola devam ediyoruz. Bizden başka  Avusturya plakalı bir araçta  arayışta. Sahilden itibaren her yer tarihi kalıntılarla dolu aslında , belli ki çok büyük bir yerleşimmiş zamanında.



Ve sonunda varıyoruz hedefimize.


Alexandria Troas


Bir dönemin 60.000 nüfusu ile  önemli bir liman şehriymiş  Alexandria Troas. Hatta Julius Cesar  burayı kendisine ve Roma İmparatorluğuna başkent yapmayı planlamış . Constantine ve Agustus'da böyle düşünmüş. Çünkü Roma İmparatorluğu'nun kurucusu sayılan Troialı kahraman Aeneas’ın  buradan göç ettiği kabul ediliyor.


Şu anki hali büyük bir hayal kırıklığı oldu bizim için. Zaten bu kadar zor bulmamızdan şüphelenmemiz gerekirdi. Son derece harap bakımsız  başıboş bir yer.


Kalıntılar sağa sola atılmış vaziyette duruyor. Binlerce yıllık  keramik   parçaları ortaya sanki bir inşaat molozuymuşçasına  yığılmış,  alıp gitmenizi engelleyecek hiçbir şey yok.





İnsanın gerçekten içi acıyor böyle görüntüler karşısında. 


Bu kadar başı boş ve bu kadar bakımsız bıraktığımız tarihi eserler  bizim değil aslında . Sadece şimdilik bekçiliğiniz yaptığımız (yada yapamadığımız!!!) insanlık mirası.  Bin sene sonra bizler buralarda olamayacağız  ama onlar yine orada  olacaklar , yani aslında yolcu olan bizleriz buranın gerçek sahibi onlar.


Daha fazla oyalanmadan çıkıyoruz yola. Yolumuz uzun hava çok sıcak.
Bu sefer yolu uzatmadan doğrudan  Çanakkale-İzmir yoluna çıkarak geri döneceğiz  çünkü artık saat 16:00 olmuştu ve karanlığa kalmak istemiyoruz. 


Ezine istikametine devam ederek kavşaktan Ayvacık,Edremit istikametine  doğru dönüyoruz.



Maalesef Ayvacık taraflarında bir orman yangını vardı birbirinden farklı 5-6 yer yanıyordu ve bu durum  çok normal değil.  4-5 helikopter havada uçuşuyor ve yangını söndürmeye çalışıyordu.


Yazın Ayvacık –Edremit arasında yol almak gerçekten eziyet. Çok kalabalık ve yolu dikine kesen yazlıkçı trafiği sıcakla da birleşince  bezdirici bir hal alıyor




Daha öncede fotoğrafını çektiğimiz yol çalışmaları devam ediyor. Her yer mıcır şerit vs. hiçbir şey yok. Tam anlamıyla Allaha emanet bir durum. !!!!!!



Yemek işini Edremit’te halletmeyi düşünüyoruz. Önce elbette   “ belki de açıktır ?? “   diyerek Cumhuriyet Lokantasına yollanıyoruz fakat tahmin ettiğimiz gibi kapalı. Bunun üzerine  yine Edremit merkezde az önce önünden geçerken Seda’nın gözüne kestirdiği  ana caddedeki   Ömür lokantasına yöneliyoruz. Burası da Cumhuriyet lokantasından bir sene sonra yani 1924 de kurulmuş.  Yemekleri güzel  gerçi biz yemedik ama yoğun bir döner trafiği vardı   kalaylı bakır tabaklarda çok şık bir şekilde servis edilen bu döneri de deneyebilirsiniz. 


Güzel bir yemekten sonra rehavet çökmesine müsaade etmeden yola devam ediyoruz.





Ayvalıktan itibaren yazlıklarından dönenlerin de katılımıyla trafik ciddi şekilde yoğunlaşıyor. Sanki başka gün kalmamışçasına Pazar günü ve bu saatte yolun bir şeridini kapatarak yapılan orta refüj düzenlemeleri takdire şayan  !!!!???
Burhaniye  civarındaki yol inşaatı ve mıcır, Ayvalıktaki erimiş asfaltta cabası.




İzmire doğru yaklaşırken motor üstünde bir gün batımına daha tanık oluyoruz. Aliağa da sıkışık olan trafik artık tamamen tıkanıyor ve 1-2 km lik bir bölgeyi  ancak yarım saatte geçebiliyoruz.



Menemen İzmir arasını oldukça sıkışık bir trafikte ilerleyerek  kat edebildik ancak . Normalde yarım saatte bitebilecek olan Aliağa-İzmir Alsancak arası  bir buçuk saati geçen bir vakti yedi. 


Yaz aylarında İzmirin kuzeyindeki  rotaların dönüşlerini pazara yada Pazar ve akşam üstü saatlere denk getirmemeye çalışmak lazım.


Gün sonu yol raporumuzda şu şekilde olmuş.



Toplam yol ise 749 km.


Bozcaada ve civarı motorla gidilip gezilebilecek görülebilecek keyifli yerler.


Ağustos sonu yada Eylül başında “Bağbozumu Şenlikleri “ çerçevesinde çeşitli etkinlikler yapılıyor. http://www.bozcaada.gov.tr/


Bu etkinlikleri sitesinden takip edebilirsiniz.
Biz orada olmaya çalışacağız.
Görüşebilmek dileği ile………..
Seda + Altan

Yorum Yap

Lütfen yorum yazmak için oturum açın ya da kayıt olun.
  • Ürün Kodu: Güneşin Battığı Yere Yolculuk
  • Stok Durumu: